Akşam telaşı dindi.
Hain bir sessizlik yerleşti şehre.
Karanlık iyice biledi ayazı.
Duvarlara yürüdü soğuk, evlerin camları buğulandı.
Solukları düzene girdi, genzi kömür kokusuyla yandı. Gözleri karanlığa alıştığında tavana yakın küçücük pencereleri gördü. Camları kırıktı. Diğer tarafta duvara yığılmış kömürler vardı, simsiyah. Pencerenin önünden geçen ayakkabıları izledi. İri bir tekirin karanlığı delen gözlerine baktı. Sabahı beklemek üzere kömür parçalarından birini başının altına destek yaptı.
Bulutlar ağır ağır yükseldiler.
Ayın gümüş ışığını gölgelediler.
Saatler hep birden geceyi gösterdi.
Bitişik bahçeli apartmanların küçük odalarında uykuya daldı çocuklar.
Kadınlar ellerinde örgüleriyle ertesi gün pişirecekleri yemeği, çocuğun eskiyen ayakkabısını ve yeni bir manto alıp alamayacaklarını düşündüler.
Kocalar mahmur gözlerle beklediler vaktin dolmasını.
Yumuşacık yataklarında, karılarının sıcak, bezgin bedenlerine akıttılar yorgunluklarını.
Elektrik kesintisi başlamadan bitirdiler işlerini.
Zifir karanlıkta tasasız rüyalara daldılar.
Perdelerin ardında solgun ışıklar birer birer söndü.
Oğlanın diş gıcırtılarını, karısının düzenli soluklarını dinledi. İçindeki sıkıntının nedenini aradı sırt üstü yattığı yatağında. Bulamadı bir türlü zihninde tortu bırakan o fikri, üzerindeki yün yorganın ağırlığını fark etti. Tuvalete gitmeyi istedi, üşendi, ev soğumuştur, diye geçirdi aklından. Sağ yana dönüp, elini yanağının altına aldı, Karısının saçlarından gelen şampuan kokusunu çekti içine. Uyumadan hemen önce düşündü; onun da saçları böyle kokardı.
Issızdı şehir, tekinsizdi.
Başlarının üzerinde dam olmayanlar vardı.
Gölgelere sığınıp dolaşanlar.
Her köşe başında arkalarını kollayanlar.
Karanlıktan medet umanlar.
Kalabalıklara karışıp kaybolanlar.
Ve bir de sokak köpekleri kaldı ortalarda.
Son bir tur atıp uzun uzun uludular.
Çöp varillerinin, viranelerin arkasında bir köşe bulup sığındılar.
Sarı traverten taşlı bahçe duvarının ardında, dizlerinin üzerine çömelmiş bekliyorlardı gecenin iyice koyulaşmasını. Apartmandan bakabilecek meraklı gözlere siperdi bahçenin ortasındaki salkım söğüdün dağınık karaltısı. Gözlerinin akından bile korkarak, nefeslerini tutarak, tespih böceği gibi tostoparlak olup kaldılar öyle. Toprağın rutubeti içlerine işledi, mıh gibi durdular. Bir nefes sigara hayal ettiler sadece. Yeşil parkalarının içinde dal gibi bedenleri zangır zangır titredi; soğuktan, korkudan.
Cemsenin homurtusuyla bozuldu gecenin sessizliği.
Yüreklerinin çırpıntısı geldi kulaklarına.
Farları sokağı aydınlattı aniden, titrek ışıklar bahçe duvarlarını yalayıp geçti.
Sokağın caddeyle kesiştiği köşede durunca iki asker indi hızlı, sert hareketlerle.
Binenler başlarını buz gibi brandaya dayayıp gözlerini kapadılar hemen.
Nöbeti alanların gözlerine uykunun yerine tedirginlik yerleşti.
Postallarıyla yere vurdular pat pat.
Soğuğa alışmaya çalıştılar.
Yumruklar havayı dövüyordu. Derken nereden geldiğini anlamadıkları eli sopalı kalabalık bir grup parkalı öğrencilerin etrafını sardı. Parkalılar cesur görünüyorlardı, kimilerinin ellerinde tabanca, pek çoğunda taş vardı. Aynı toprağın çocukları birbirini kırmaya başladı. İlk kez kan kokusu duydu o gün. Günlerce her yer, her şey kan koktu burnuna. Çelimsiz bir ağacın dibine çömeldi, başını dizlerine dayadı, elleriyle kulaklarını kapadı. Yine de duydu silah seslerini, kasılıp kaldı öyle iki büklüm.
Arkalarında uzanan sokağa baktılar önce.
Bahçe kapılarını saran sarmaşık güllerin çıplak dallarını görmediler.
Sokağı ikiye bölen ihtiyar akasya ağacını fark etmediler.
Sağa sola park etmiş arabaların etrafına baktılar.
Apartmanların karaltılarına diktiler gözlerini.
Bir kaç dakika öyle izlediler.
Caddeye döndüler yüzlerini, birer sigara yaktılar.
Omuzlarının üzerinde tüfek namlularının ucu hunharca parladı.
Başı dizlerine dayalıydı yine. Yüzü, omuzlarına değen simsiyah düz saçlarının arkasına saklanmıştı. Onu bulduğunda da böyle yüzünü örtmüş, etrafındakilerden gizlemişti kendini. Omzuna dokunduğunda ona bakan buğulu üzüm gözlerinde görmüştü korkusunu. Konuştukları gibi elliye kadar sayıp omzuna vurdu. Uyuşan bacaklarının sızısına aldırmadan kertenkele misali sürünerek yan bahçeye atladılar. Elliye varınca saydıkları yine sürünerek geçtiler bir sonraki bahçeye. Yine durakladılar ve yine saydılar elliye kadar ve yine diğer bahçeye geçtiler duvarlara sıvadıkları bedenleriyle sürünerek. Yasemin Apartmanı’nın bahçesinde durdular soluk soluğa.
Araba da yoktu, insan da yoktu.
Dakikaları saydılar nöbet geçsin diye.
Konuşmadılar.
Yüzleri caddeye dönük kaldı hep.
Tehlikenin oradan geleceğini varsaydılar.
Yasemin Apartmanı'nın üçüncü kat pencereleri ışıksızdı diğerleri gibi. Cümle kapısının üzerinde yanan cansız ampule küfretti sessiz. Gölgelerin karanlığına sığınarak geldiler kapının önüne. Gövdeleri yerle bir açtılar kapıyı ve usulca bırakıp merdiven boşluğuna kaçtılar. Sımsıkı sarıldılar. Sonra soluklandılar, yavaşça üçüncü kata çıktılar. Aslan başı kapı tokmağını hafifçe tıklattı. Ses veren olmadı. Karasızdı ince uzun parmakları, üzüm gözlerinin feri kaçmıştı. Bir kez daha denedi, daha uzun bekledi.
Ne zamandır uykuları delik deşikti kadının. Kapıdaki tıkırtıyla yüreği ağzına geldi. Kocasına baktı, duymamıştı. Kendi kuruntusu olduğunu düşünüp başını yastığa koyarken bir kez daha duydu o sesi. Kocasını dürttü.
“Kapıda biri var.”
Uykunun rehavetini henüz aralamıştı ki o da duydu. Birbirlerine baktılar, akıllarından geçeni dile getirmediler. Sakın ışık yakma, dedi kocasına. Birlikte kalktılar sıcacık yataklarından. Kadın çocukların uyuyup uyumadıklarını kontrol etti, üzerlerini örttü. Odadan çıkarken kapıyı kapadı sıkıca. Adam göz deliğinden dışardaki gölgelere baktı, tanıdı. Yavaşça açtı kapıyı, anahtarın kilitte çıkardığı sesten bile ürktüler. İkisi karanlıklardan çıkıp sıcacık evin içine süzüldüler. Üzüm gözlerinde hasret saklıydı, sarıldı abisine, gözyaşlarından iki damlaya izin verdi akmaları için. Yanaklarına gelmeden soğuktan kızarmış parmak uçlarıyla yakalayıp sildi.
“Bu gece. Sadece bu gece için. Sokağa çıkma yasağı bitene kadar. Sabah erkenden çıkarız. Geldiğimizi bile anlamazsınız.”
Endişeyle kırıştı alnı kadının, pazen sabahlığına sarındı iyice, kederi ve sitemi fısıltılarına yansıdı.
“Nasıl? Sokağın başında askerler var. Bu apartmanda herkes birbirini tanır. Sen nasıl çocukları tehlikeye atarsın böyle…”
Karısının elini tuttu, kız kardeşine baktı.
“Peki, sonra?”
“Gidiyoruz… Uzun bir süre göremem sizi, haberleşemeyiz de.”
Tepsiyle birkaç elma, peynir, zeytin ve ekmek koydular sehpanın üzerine. Çaydanlığı getirdiler dolu dolu. Odanın kapısında, karanlığın içinden baktılar dördü birbirlerine. Sözcükleri yuttular.
Boğazlarından içlerine yürüdü sıcaklık, ellerindeki bardaklar yürekleriydi sanki kırılgan ve umarsız. Kanepeye kıvrılıp üzüm gözlerini kapadı yavaşça, dikenli bir uyku sardı bilincini. Diğeri koltuğun arkasına yasladı başını. Tedirgindi, binlerce kurt vardı içini kemiren, bir türlü kapatamadığı gözlerinin ucunda hep o vardı.
O gece sadece çocuklar uyudu, her şeyden habersiz, mışıl mışıl. Tan ağarırken kalktı abisi. Kimse yoktu, yalnızca çöp kovasında birkaç elma koçanı geceden kalan. Çaydanlığa su doldururken bir silah sesiyle yırtıldı sabahın sessizliği. O merminin kime değdiğini bilmedi.
*Bu öykü Dünyanın Öyküsü 5.sayı'da yayınlanmıştır.